ANALİZ -6
BİLMEMEK- KORKU-BİLMEMEK
Evliya Çelebi seyahatnamesinde; “Sinop Tarihî Kale Cezaevi” hakkında şunları yazmıştır: “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.” Tarihî Sinop Cezaevindeki mahkumların bıyığından 10 adam asılır mıydı asılmaz mıydı? Bunu şu an için tespit etmek çok zor. Fakat cezaevinin korkunçluğunu anlatmak için daha veciz (!) sözler bulmak gerçekten de kolay olmasa gerek.
Evliya Çelebi’den bu yana dünyada ve Ülkemizde çok şey değişti. İnsan hakları, bu bağlamda mahpus hakları ve cezaevindeki yaşam koşullarında önemli reformlar yapıldı. Hükümlü ve tutukluların topluma kazandırılması, en temel ilkelerden biri olarak kabul edildi. Türk infaz sisteminde, hükümlülerin topluma kazandırılmasına ilişkin kaygılar Osmanlı Dönemine kadar uzanmaktadır. 1912 yılına ait pek çok belgede mahkumların sanayi ile uğraşmak ya da onları bu yönde özendirmek için talep olunan öğretmen, araç ve gereçler için savaş nedeniyle ödenek ayrılamadığından söz ediliyordu. O hâlde hernekadar devlet, ödenek sağlayamıyorsa da mahkumları sanayi ile uğraşmayı özendirmeyi infaz sisteminin iyileştirilmesi projesinin bir parçası olarak değerlendiriyordu. Nitekim, 11 Mart 1912 tarihli Genelgede, mahkumların sanatla uğraşmalarını özendirmek üzere, talep olunan araçlar için ödenek ayrılamadığı yazılmakla beraber, yine de sanat ve eğitim hususlarında mahkumların özendirilmesi gerektiği belirtilmişti. Cumhuriyet dönemine geçiş, Ülkemizin Avrupa Konseyine üye olarak Avrupa İnsan Hakları Sistemini benimsenmesi, Avrupa Birliği süreci ile birlikte insan haklarının geliştirilmesine ilişkin iç dinamikler, cezaevleri alanındaki reformların itici gücü oldu.
Ancak cezaevleri, toplumun gözünde hâlâ korkunç insanları içinde barındıran, korkunç yerler olarak kalmış. İçeridekiler korkunç, infaz koruma memurları korkunç, tahliye olanlar korkunç. Sanki Evliya Çelebi, Seyahatnamesini bugünlerde yazmış ve kitap en çok satılanlar listesinde (best-seller) gibi.
Eski hükümlüler korkunç; bu yüzden tahliye sonrasında istihdam edilmemeli, eski hükümlü kontenjanları kaldırılmalı!
Hükümlü ve tutuklular korkunç; Açık İlköğretim Okulu ve Açık Öğretim Lisesinde okuyanlardan daha önce alınmayan harç, şimdi alınarak onbinler ile ifade edilen ve her şeye rağmen eğitimlerine devam ederek kendini geliştirmek isteyenlere engel çıkarılmalı!
İnfaz ve koruma memurları korkunç; o kadar korkunç insanlarla bir arada olup korkunç olmamak zaten mümkün değil!
Halbuki Evliya Çelebi, bugün yaşasaydı cezaevlerine ilişkin önyargıları Seyahatnamesinde belki de şöyle ifade ederdi:
“- Mahkumların %80’ini meslekî eğitim alıyor ve kurumlar en modern meslekî eğitim atölyeleri ile donatılmış.
-Öğrenci seçme sınavında dereceye giren, hatta Türkiye 3’üncüsü olan hükümlüler bile var.
-Bayrampaşa cezaevinde tamamı hükümlü ve tutuklular tarafından hazırlanan film, film festivallerine katılarak en başarılı filmler arasında yer alıyor.
-İnfaz koruma memurlarının büyük bir bölümü yüksekokul mezunu ve aldıkları eğitimlerden sonra göreve başlıyorlar.
-Mahkumların neredeyse yarısı (46 bin kişi) sigortalı olarak cezaevinde çalışıp, alınteri ile para kazanmayı öğreniyor ve çalışma disiplini ediniyor.
Bu ve buna benzer, dünyada eşine az rastlanan başarılar sağlayan bir infaz sistemine rağmen infaz personeli ile hükümlü ve eski hükümlülerin tamamına korkunç insanlarmış gibi bakıldığı bir memleket. Ne kadar korkunç !”
Bilmemek, korkuya; korku da bilmemeye neden oluyor. Korkularımızdan kurtulmak için resmin tamamına bakmak, olumsuzlukları gördüğümüz kadar olumlu bulduğumuz değerlere de sahip çıkmak gerekir. Konu insan olunca, onları fabrikasyon bir eşya imiş gibi etiketlemenin ne kadar hatalı olduğunu unutmamalıyız. Yargılarımızı, güvenilir bilgilerle oluşturmalıyız. Asıl korkunç olan yanlış önyargılardır !