Bundan önceki beş sayıda “cezaevlerinin eğitim kurumları hâline dönüşmesi” idealine ulaşmak için yetişkin eğitimi açısından çok önem taşıyan “Yaşam boyu öğrenim” kavramının kalbinde, insana “nasıl öğreneceğini öğrenmesi” imkânını sağlama ve onu cesaretlendirme düşüncesi olduğunu vurgulamıştım. Ayrıca hükümlü ve tutuklular ile cezaevi personelinin eğitimine ilişkin düşüncelerime temel olmak üzere, Avrupa Birliği metinlerinin, eğitim sürecinin kişi merkezli olması gerektiği şeklindeki ilerici ve etkili eğitim ve öğretimin temel bir prensibini doğruladığını belirtmiştim. Personel ile hükümlü ve tutuklu eğitimine bu metinlerde ileri sürülen düşüncelerin nasıl uygulanabileceğini, “Avrupa Birliği Komisyonunun Yaşam Boyu Öğrenim Üzerine Memorandum”u ve “Yetişkin Eğitimi İçin Avrupa Teşkilâtı”nın “Avrupa Birliği Komisyonunun Yaşam Boyu Öğrenime ilişkin Memorandumuna Yanıt” isimli çalışmasından yararlanarak kısaca değinmiştim. Ayrıca, “eğitim ve iyileştirme faaliyetleri ile kurum düzeni ve güvenliği arasında adil bir dengenin nasıl kurulabileceği” sorusunu yanıtlarken, “güvenlik”, “kontrol”, “adalet” ile “eğitim ve iyileştirme” dörtgeninde kurum içinde oluşturulacak olumlu bir psikolojik ortamın çok işe yarayacağını açıklayarak; “mahpuslara gerekli olandan fazla sınırlama getirilmemesi”, “güvenlik sınıflandırılmasının yapılması”, “personel ve mahpuslar arasındaki ilişkinin iyi olması” gibi bazı temel ilkelere değinmiştim. Bu bölümde ise, “kurumdaki mahpusların farklı özelliklerinin dikkate alınması” üzerinde durarak, yetişkin erkeklere göre iki hassas grubu oluşturan kadın ve çocukların kurum yaşantısı hakkında açıklamalarda bulunacağım.
Kurumdaki mahpuslar genellikle homojen bir grup olmayıp; aralarında yaş, cinsiyet, dil, din, ırk, tâbiiyet, eğitim, sosyal ve kültürel açılardan farklılıklar vardır. Bu farklılıklara rağmen bazen hükümlü ve tutukluların çoğunluğunu oluşturan grubun ihtiyaçları dikkate alınarak, kurumda hem “eşit” hem de “demokratik” bir yönetim anlayışı uygulandığı düşünülebilir. Ancak bu düşünce, ilk sayıda belirttiğimiz gibi eğitimin kişi merkezli olması gerektiği şeklindeki ilerici ve etkili eğitim ve öğretimin temel bir prensibine aykırılık teşkil eder. Kurumdaki kişilerin kişisel ihtiyaçlarına göre şekillenen bir tretman programına tâbi olmaları, farklı güvenlik seviyelerinde tutulmaları, onların yeteneklerini kullanmalarına izin verilmesi, kendilerini geliştirmek isteyenlere yardımcı olunması ayırımcılık sayılmaz ve eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmez.
Çocuklar ve kadınlar, kurumdaki heterojen nüfus yapısı içinde en çok gözetilmesi gereken iki hassas grubu oluştururlar. Özellikle de çocukların haklarını koruma ve kullanma açısından yetişkinlere göre daha zayıf durumda oldukları dikkate alınmalıdır. Buna rağmen kadın ve çocukların büyük çoğunluğu yetişkinlere ait kurumların kendilerine tahsis edilmiş bölümlerinde kalmaktadırlar. Hatta sadece bu iki gruptan birine tahsis edilen kurumlar bile mimarî, güvenlik ve diğer özellikleri açısından yetişkin erkeklerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, daha sonra bazı küçük değişiklikler yapılarak kadın ve çocuklara tahsis edilmişlerdir. Bu nedenle çocuk ve kadınların özel durumlarına uygun bir kurum yaşantısının sağlanması, fizikî yapı ve güvenlikten başlayarak personel eğitimine kadar çok boyutlu bir yaklaşımı gerektirmektedir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1 inci maddesine göre “Bu sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, onsekiz yaşına kadar herkes çocuk sayılır.” Bizim de arasında yer aldığımız çok sayıda ülkede onsekiz yaşından küçük çocuklar ağır ve tehlikeli suçlar işlemeleri hâlinde ceza infaz kurumlarına konulmaktadırlar. Bazı ülkelerde ise onsekiz yaşından küçük çocuklar “ceza adalet sistemi” dışında değerlendirilmekte ve ceza infaz kurumlarına alınmamaktadırlar. Çok sayıda ülkeden edinilen verilere göre, daha erken yaşta ceza adalet sistemi içerisine giren çocukların, daha tehlikeli ve daha çok suç işledikleri dikkate alındığında ikinci uygulamanın daha doğru olduğu görüşüne* biz de katılmaktayız. Bu nedenle “kurum yaşantısı ile dış dünyadaki özgür yaşam arasındaki farklılıkların olabildiğince en aza indirilmesi” ilkesi çocuklar açısından özel bir öneme sahiptir. Yetişkinlerin sahip olduğu hakları en geniş şekilde kullanmalarına imkân tanınması gerektiği gibi, özellikle eğitim, iş ve meslek öğrenme, toplumla uyum içinde yaşamalarına imkân verecek tutum ve davranışlar kazanma gibi konularda çocukların kurumdan gerekli desteği görmeleri bir zorunluluktur. Birleşmiş Milletler Asgarî Standart Kurallarının 26 ncı maddesine göre, “Kuruma yerleştirilen küçüğün eğitim ve ıslahının amacı, onun toplumda yapıcı ve üretici bir rol alabilmesine yardım etmek amacıyla bakım, koruma, kültürel ve meslekî yetenekler elde edebilmesinin sağlanması olmalıdır. Kurumlarda küçüklere, sosyal, kültürel, meslekî, psikolojik, tıbbî ve bedensel olmak üzere yaşlarının, cinsiyetlerinin ve kişiliklerinin gerektirdiği ve tamamen gelişmeleri amacına yönelik yardım yapılmalıdır.” Bu nedenle kurumdaki çocukların özel ihtiyaçlarına göre şekillenen eğitim programlarından yararlanmaları ve bu çerçevede yetişkinlerden farklı bir statüde olduklarının kabulü, sadece ulusal mevzuatın getirdiği bir yükümlülük olmayıp, aynı zamanda uluslararası hukuktan kaynaklanan bir sorumluluktur.
Kurumdaki diğer bir hassas grubu oluşturan kadınlar ise, dünyadaki cezaevi sistemlerine bakıldığında kurum nüfusunun %2-%8’i arasındaki bir oranı oluştururlar. Yetişkin erkeklerden farklılıkları nedeniyle kendilerine özel önem gösterilmesi gerekir. Kuruma gelmeden önce bazılarının fiziksel kötü davranış, cinsel istismar veya diğer nedenlerden kaynaklanan tedavi edilmemiş psikolojik ya da biyolojik hastalıkları olabilir. Bu nedenle kurum yaşantısından kaynaklanan sorunlar diğer kurum sakinlerine göre onlarda daha farklı olumsuz etkilere neden olabilir**.